Hanifi Tosun 

hanifitosun1

Yaşadığımız toplum kusursuzlukların egemen olduğu bir toplum değildir elbette. Hiçbir toplum mutlak anlamda mükemmel bir toplum olamaycağı gibi eksiklikleri de o toplumu mutlak kötü bir toplum kılmaz. Ancak bazı eksiklikler ve yaşanan sıkıntılar var ki bunlar, bir toplumun kıyametinin asli sebepleri olabilecek nitelikte tehlikeli hususlardır. Bu tarz eksiklikler, toplumların özenle dikkat kesilip düzeltmeleri gereken hususlardandır.

Neden mi bahsediyorum?

TRT Diyanet’te izlediğim bir programdan hareketle toplumun kanayan yarası bir meseleden tabii ki! Toplumun bir önceki genç, şimdinin ise ihtiyar neslinden! Bugünlere çocuklarını taşımak için feleğin çemberinden geçerek her türlü sıkıntıyı mutluluk kaynağına dönüştürüp gayret ortaya koyan anne ve babalardan bahsediyorum. Bir takım fedakarlıklarda bulunarak çocuklarını bugünlerine taşıyan ve bugün buruşturulup atılan ihtiyarlardan bahsediyorum.

Peşin olarak ifade edeyim, son söyleyeceğim hususu başta söyleyeyim; anne ve babasını buruşmuş bir kağıt gibi yokluğa mahkum edenler adam değildir. İnsanlıklarını yeniden gözden geçirsinler. Sebebi ne olursa olsun asla mazur sayılmazlar. Ağır bedeli olan bir eylemin sahipleri olarak cenneti ve rızayı ilahiyi rüyalarında görürlerse inanmasınlar. Lanet onların yakasından düşmez!

Bir takım cidi eksikliklerin egemen olduğu toplumumuzda toplumun hafızası olan ihtiyarlarına sahip çıkma erdemini hayatın anlamsız eylemi olarak görme hastalığı, insanımızı her geçen gün daha sıkıntılı bir sürece sürüklemektedir. Halbuki bir toplumun ihtiyarları o toplumun canlı hafızası oldukları gibi aynı zamanda rahmet kanallarının açık kalmasının garantileridirler de. Hafızası olmayan bir insan ne durumda ise hafızası olmayan bir toplum da bin beter daha kötü bir durumda olur. İhtiyarlar, bir toplum için Allah’ın rahmetinin celbine vesiledirler. Bu gerçeğin farkında hareket eden insanların rahmeti ilahiden umitli bir yaşamı bereket içinde yaşadıkları muhakkak iken bu gerçekliğin farkında hareket etmeyen toplumların ciddi problemler yaşadıkları muhakkaktır.

İhtiyarlarını anlamsız bir yalnızlığa terkeden insanları anlamakta zorlandığım bir kenarda dursun müslüman bir toplumda bu hastalığın yayılması hayra alamet bir durum değildir. Bu insanlar Kitab-ı Kerim’in hükümlerinden habersiz bir hayata doğru evriliyorlar demektir. Düşünen, akledip fıkheden bir toplum böylesi bir duruma asla fırsat vermez.

Hayat kısa yol uzundur. Bu uzun yolu kısaltmanın yolu ise ihtiyarların tecrübeleridir. Bu tecrübeyi bir kenara ittiğinizde hem insanlığınızı bir kenara itmiş olursunuz hem de yolun daha da uzamasını sağlamış olursunuz. Yaşananların ibret tablosuna dönüşmüş halini terk edenler farkında olmadan kendilerini mahfedecek bir sürecin pimini de çekmiş oluyorlar.

İhtiyarlarını koruyan bir toplum elbette ki huzurlu bir yaşamın anahtarlarından en önemlilerinden birini yedeğinde bulunduruyor demektir. Hayatı anlamlı bir etkinlik olarak yaşanması gerektiğine vurgusu ile yeni ufuklara yelken açmamızı sağlayan İslam, bakınız bu konuda inananları şöyle uyarmaktadır;

“Rabbin, sadece kendisine kulluk etmenizi, annenize ve babanıza da iyi davranmanızı kesin bir şekilde emretti. Onlardan biri veya her ikisi senin yanında yaşlanırsa, kendilerine “öf” bile deme; onları azarlama; ikisine de güzel söz söyle! Onları esirgeyerek alçakgönüllülükle üzerlerine kanat ger ve: Rabbim! Küçüklüğümde onlar beni nasıl yetiştirmişlerse, şimdi de sen onlara (öyle) rahmet et, diyerek dua et.” (İsra 23-24)

“Biz insana yapacağı hayırlı işlerden biri olarak anne ve babasına iyi davranmasını emrettik…” Ankebut 8

“Allah’a ibadet edin ve O’na hiçbir şeyi ortak koşmayın. Anneye, babaya, akrabaya, yetimlere, yoksullara, yakın komşuya, uzak komşuya, yakın arkadaşa, yolcuya ve ellerinizin altında bulunanlara (köle, cariye, hizmetçi ve benzerlerine) iyi davranın; Allah kendini beğenen ve daima böbürlenip duran kimseyi sevmez.” (Nisa 36)

“Biz, insana anne babasına iyi davranmayı emrettik. Annesi onu ne zahmetle karnında taşıdı ve ne zahmetle doğurdu! Onun (anne karnında) taşınması ve sütten kesilme süresi (toplam olarak) otuz aydır. Nihayet olgunluk çağına gelip, kırk yaşına varınca şöyle der: “Bana ve anne babama verdiğin nimetlere şükretmemi, senin razı olacağın salih amel işlememi bana ilham et. Neslimi de salih kimseler yap. Şüphesiz ben sana döndüm. Muhakkak ki ben sana teslim olanlardanım.” (Ahkaf 15)

“Biz insana, annesine ve babasına iyi davranmasını tavsiye etmişizdir. Çünkü anası onu nice sıkıntılara katlanarak taşımıştır. Sütten ayrılması da iki yıl içinde olur. (İşte bunun için) önce bana, sonra da annene ve babana şükret diye tavsiyede bulunmuşuzdur. Dönüş ancak banadır.” (Lokman 14)

Son olarak tekrar hatırlayalım!

İhtiyarlarını huzurevlerine terkeden bir toplumlar iflah olmaz. Çocuk ve torun hasretiyle yanan ihtiyarları olan hane halkı insaniyetini kaybetmiş demektir. Fazla söze ne hacet, insanlığını yitirmiş bir toplumdan müslüman bir refleks beklenir mi ki…

Yorum yap