Nurettin Yıldız

nureddin_yildiz_hoca_kimdir

İnsanlığın unutulmasını iki anlamda kullanmamız mümkündür. Birincisi, insan olduğumuzu unutmamızdır. İkincisi de, insanlığın gerektirdiği fazilet sahibi olma zorunluluğunu unutmamızdır. Her iki unutmanın da sonucu, insanî kimlik açısından bir eksikliktir. İnsanın, insan olarak yaşadığı hâlde etten kemikten yaratılmış olduğunu unutması insan olarak bulunması gereken her yerde bir sorun nedenidir. İbadet yaparken bile nihayetinde insan olduğunun bilinci içinde ibadet yapılabilir. Ne melekleşme ne de insanın dışındaki varlıklardan birine benzeme şeklinde bir unutma kabul edilebilir değildir. İnsan olmanın en tabii gereklerinden biri, insan olarak yaratılmış olmayı unutmamak olmalıdır.

İnsanlığı unutmanın bir diğer yönü de, yaşadığımız hayatın önümüze çıkaracağı ikili ilişkilerimiz hakkında yorum yaparken, değerlendirirken bizim ve karşımızdakinin insanlığa muhtaç olduğunu unutma sıkıntısıdır. İnsanlık bir fazilettir. İnsanî kimliğimiz ancak insandan beklenen faziletlerin uygulanması ile ortaya çıkabilir. Aile içinde eşlerin birbirlerine karşı insanlığı bir fantezi görmeleri yani insanlık yapmasa bile eksiklik yapmamış olacağını zannetmeleri bir kayıptır. Nikâhla bir araya gelmiş iki insanın, onları yaratan ve birbirlerine helal eden Allah’tan sonra ilk bilmeleri gereken şeyin birbirlerine karşı ilişkilerini insanî ölçülerin belirlemesi olmalıdır. İnsanlığın unutulduğu bir ortamda İslam adına kimlik oluşturmak ne kadar mümkündür?

Ebeveynin çocuklarına karşı muamelesinde de insanlık unutulmaması gereken ölçüdür. Çocukların nihayetinde insan oldukları, etten ve kemikten yaratıldıkları gerçeği unutulmaması gereken birinci boyuttur. İkinci boyut da, onlarla ilişkide insanlık gösterme zorunluluğumuzdur. İnsanlık, toplu taşıma araçlarında birbirimize gösterdiğimiz nezaketten çok daha önce, aile içi ilişkilerimizde kimliğimiz olmalıdır. Eşlerin birbirlerine karşı sözleri, davranışları bu ölçüye uymalıdır. Allah’ın emaneti olarak çocuk büyüten anne babalar, anne ve babalığın bir insanlık erdemi olduğunu hiç unutmamalıdırlar ki, İslam ve Müslümanlık üzerinden gündem yapabilme hakkımız bulunsun.

 En zor örnek

Kur’an’ımız üzerinden bir örneği gündemimize alabiliriz. Bir aile için en karamsar sahnenin adı olan boşama/boşanmadan söz eden Bakara suresinin iki yüz otuz yedinci âyetini okuyabiliriz. Bu âyet, Kur’an’a iman edenlerin Müslüman kimliklerine yapıştırılmış bir ayrıntı gibi ’unutulmaması gereken insanlık’ ölçüsü vermektedir. Bu ölçüyü verirken de mü’min insanı şartsız teslim olmaya sevk eden takva ve Allah’ın kullarını görmesi gibi imanın gereği olan hakikatleri hatırlatmaktadır. Çok daha çarpıcı bir ifade ile bu âyette, kaynama seviyesindeki suyu bile serinletebilmekten söz edilmektedir.

Önce âyeti mealinden okuyalım. Âyet, erkeğin kadını boşamasından söz etmektedir:

’Mehirlerini belirlediğiniz halde kendileriyle cinsel ilişkide bulunmadan onları boşarsanız, kararlaştırdığınız mehrin yarısını onlara vermeniz gerekir. Ancak kadınlar alacakları mehirden vazgeçebilirler veya nikâhı elinde bulunduran erkekler mehrin tamamını bağışlayabilirler. Ama sizin bağışlamanız takvaya daha uygun bir davranıştır. Aranızdaki fazileti unutmayın. Şüphesiz ki Allah, her ne yapıyorsanız onu görendir.’

Bir ailenin dağılma sürecini anlatan âyeti başlıklar şeklinde ele alalım:

Âyet, erkeklere hitap ediyor. Bir erkek, eşini boşama durumunda ise bir hak kullanacaktır. Bu hakkın adı boşama hakkıdır. Dikkat edilmelidir ki bu hakkı erkeğe veren Allah Teâlâ’dır. Erkek eşini boşarken, iki durum vardır. Birincisi, eşlerin cinsel ilişkiye girmiş durumlarıdır. İkincisi de cinsel ilişki öncesi durumlarıdır. Bu âyet, ikinci durumu izah etmektedir. O da cinsel ilişki içinde olmamış karı kocanın boşanma durumudur. Ortada, nikâh dışında çocuk ve benzeri ağır bağlar yoktur.

Böyle bir durumda erkeğin, nikâh akdinde konuşulan mehrin yarısını vermesi gerekir. Cinsel ilişki gerçekleşmiş olsaydı, mehrin tamamı kadına teslim edilmiş olacaktı. Erkek, bu durumda mehrin yarısını vermesi mecburidir. İkramda bulunup tamamını verebilir ki, bu bir fazilettir. Gergin anda bile terk edilmeyen bir insanlıktır. Unutulmamış bir erdemdir. Aynı şeyi kadın da yapıp, hakkı olan yarım mehri istemeyebilir. Onunki de bir fazilettir, erdemdir.

Bütün bunlar yapılırken âyet, önemli bir ikazı hatırlatmaktadır: ’Aranızdaki fazileti unutmayın!’ Buradaki ’fazilet’ kelimesini ’insanlık’ olarak kullanmak istiyoruz. Zira insanlık kavramını kullanırken, öne çıkardığımız ve insanlığın içini dolduran kavramlardan biri de fazilettir.

Âyet biterken, iman eden her erkek ve kadının yok sayamayacağı bir gerçeği hatırlatıyor: ’Şüphesiz ki Allah, her ne yapıyorsanız onu görendir.’

İman eden için bu hatırlatma her şeyi bitiren son sözdür. Ne yaparsan yap onu gören bir Allah’a iman etmek ne demekse mü’min için evlilik gibi bir ilişkiyi bitirirken insanlığı unutmak da o kapsamdadır. Evlilik bitirilebilir ama insanlık bitirilmemelidir ki, iman etmenin açık farkı belli olsun.

Günlük Hayat

Bir erkek veya kadının hayatında en zor noktayı, ailenin dağılmasını ele alarak insanlığın unutulmaması gerektiğini tekit ettik. Sıradan günlük işlerde insanlığı nere oturtabiliriz buna göre? Erkeğin kadın üzerinden zevklerini tatminde sınırsız denebilecek kurallar koymaya kalkışmasına ya da aynı şeyi kadının erkek üzerinde yapmaya kalkışmasını insan olmanın neresine koyabiliriz? Etten ve kemikten yaratılmış bir insan olmak ya da olgunluk ve ahlâk sahibi olmaya mecbur eden mükerrem bir insan olmak; hangisi olursa olsun, aile hayatında insanlığı rafa kaldırmamız mümkün değildir. İnsanlığın rafa kaldırılabildiği yerde Müslüman olarak biz de yokuz demektir.

İnsanlığı, basit kelimelerle dillendirilebilen bir kavram olarak da göremeyiz. ’Bir su rica edeyim.’ demek ya da, iki cümleden birine ’lütfen’ ve benzeri filmlerde kullanılan nezaket kelimelerini ilave etmek insanlık değildir. Giyim kuşama dikkat ediyor olmak da insanlığın bütünü olarak gösterilemez. İnsanlığı daha yüksek yerlerde, daha hassas tavırlarda aramalıyız.

Sabır ve vefa, bugünkü neslin insanlığını ispat edebileceği ilk iki basamaktır. Sabırsız aile ilişkileri, sabırsız eşler, sabrı tükenmiş anne babalar için insanlığın sürdüğünü nasıl iddia edebiliriz? Bütün incelikleri ile sabrın hakkını verebilen ve ailesinde sabırla iş görebilen erkek veya kadının, Allah’ın razı olacağı bir iş yaptığı muhakkaktır. Sabır, en büyük ecir kaynaklarından biridir. Ailede sabır olmayacak da nerede olacak? Şüphesiz, eşinin sıkıntılarına sabredebilen, çocuk yetiştirmenin peygamberleri ağlatan meşakkatlerine sabredebilen anne/baba ibadet icra etmiştir. Karşılığını cennette bulacağı bir iş görmüştür. Salih amel yapmıştır. Bunları tartışmaya mecal yoktur. Aynı zamanda da tam anlamıyla bir insanlık göstermiştir. Çünkü insanlık sözle doldurulur bir balon değildir. Bilakis insanlık, işle ve tavırla ispat edilir bir kimliktir. Sabır da o karakterin en açık okunur uygulamalarındandır. Ailesinde sabreden için bunları söylemek hakkımızdır. Onu aile pratiğine uygulayamayan ise her şeyden önce insanlığı unutmuştur.

Vefayı da bu gözle görebiliriz. Evlilik öncesinden başlayan sözlere karşı insanın kendisini borçlu hissetmesi bir vefa uygulamasıdır. İyiliklere karşı iyilik yapma hissi taşımak vefadır. Bir hatayı kırk doğruyu imha edecek çapta görmemek vefadır. Vefa da insanlıktır. Dünü silen bugün, kötü gündür. Zor günlerin sadakatini yok saydıran sonradan görme zenginlik gibi arızî gelişmelere esiri olmak vefa dışında kalmaktır. Vefasız kalan insanlıktan uzak kalmıştır. İnsanlıktan uzak kaldıktan sonra ne tesettür ne de sakal Müslümanlık mührü değildir artık. İslam, insanlara inmiş bir dindir. İnsanlık üzerinde en güzel nimetlerini gösterir İslam.

 

Sadece sabır ve vefa değil

Elbette sadece sabır ve vefa ile insanlığımızı ispat edemeyiz. Dinimizin bize ahlâk olarak öğrettiği her şey aynı zamanda insanlığımızdan bir parçadır. Dinimiz bizi infaka, ihsana, şecaate, ihlasa davet etti ise bunlar bizim insanlık değerlerimiz demektir. Ailede veya insan olarak bulunduğumuz her yerde önceliğimizin ne olması gerektiğinden söz ediyoruz. Yani insanlığımızdan söz ediyoruz. Onu kaybeder veya yer yer unutursak, Müslümanlığımız bizde kökleşecek yer bulamayabilir.

İnsanın en muhtaç olduğu zamanlarında şehvet ateşini söndürdüğü huzur kaynağını daha sonra hor görmesi vefadan uzak kalmaktır. Çocuk gibi büyük bir nimete kavuştuğu vesileyi görmezden gelmesi hatta çocuğu alıp ona ulaştığı vesileyi tepmesi reddedilecek bir iştir.

Başkasından beklediğimiz insanlığı kendimizde bir köşeye itemeyiz.

Yorum yap