Sizden Gelenler

Mahmut Tatar 

MAHMUT TATAR

Televizyon 20.yy’ın icatlarından ve kitle iletişim araçlarının en önemlilerinden biridir. Hayatı kolaylaştıran yönlerinden dolayı genel olarak yararlı bir araç olarak görülmüştür. Bir ihtiyaç olarak kullanıldığında, gündelik hayat için en önemli faydası haber alma konusunda önemli katkılarının olduğudur.

Ancak televizyonu artık sadece bir haber alma aracı olarak görmek mümkün değildir. Öncelikle tüketim/tüketim alışkınlıklarımızı sorgulamak ve bu davranışlarımızın televizyon ile birlikte düşünmek gerekir. Bu şartlar altında televizyonun zararlarını daha iyi bir şekilde görebiliriz. İnsanların eşya ile olan ilişkisi insanoğlunun var olma serüveni kadar eskidir. Bu ilişkinin temelinde ise ‘ ihtiyaç’ kavramı yatmaktadır. İnsan ihtiyacı olan şeye gereksinim duyar.

Fakat zaman ilerledikçe tüketilen şeylerin önemli bir kısmının ihtiyacın dışındaki metalar olduğu görülecektir. Bu konuda tüketim endüstrisinin ortaya koyduğu temel kural budur. ‘ Eğer ihtiyaçlar giderilmişse yeni ihtiyaçlar yaratmak gerekir.’ İşte bu durumda toplum olarak ihtiyacımız olmayan şeylere yöneliyoruz. Adeta tüketmediğimiz zaman kendimizi eksik görüyoruz. Peki bu tüketim endüstrisinin insanları bu kadar kolay etkilemesinin sırrı nedir? Bu surunun cevabı aslında çok basittir. İlk olarak insanların hırslarını harekete geçirmek, ikinci olarak da bu hırsları tatmin etmek için sunulan ürünü, ‘görünür ve cazip’ kılabilmektir.

İhtiyaç dışı ürünü görünür ve cazip kılmanın en iyi yolu televizyon ve reklamlardır. Reklamcılık, televizyondan daha ileri boyutlara taşınan bir sektör haline gelmiştir. Reklamlarda temel kural bir ürünü gerçek özelliklerin çok ötesinde göstererek satışını sağlamaktır. Doğal olarak ‘abartma’ doğallaşmaktadır. Reklamcılık sektörü, çocukları daha kolay ikna edebileceğini düşündüğünden temel olarak onlara yönelmektedir. Böylece firmalar televizyon reklamları vasıtasıyla kendilerine ömürlük müşteriler kazanmış oluyorlar.

Tüketim ilişkisinden sonra TV’nin diğer etkilerine bakmakta fayda var. İlk olarak şu tespiti yapmak gerekir ki, televizyon gerçeklik algısını alt üst eder. İzlenilmeye devam etmek için TV kanalları doğal olarak anormal olana yönelmektedirler. Yani insanların gündelik hayatlarında hiç karşılaşamayacakları konuları ‘normal’ bir üslupla işlemektedirler. Bu durumda insanlar, özellikle çocuklar televizyonda gördüklerini normal hayatta uygulamaya çalışmaktadırlar. Bununla ilgili yaşanan acı tecrübeler hala hafızalarımızdadır. Mafya dizilerindeki karakterlere özenip arkadaşını öldüren erkek çocuklar, pembe dizilerdeki ‘esas kız’a özenip, ahlaki dejenerasyon yaşayan kızlar,  bu konuya verilebilecek en iyi örneklerden olsa gerek…

Anne babaların unutmaması gereken en önemli husus şudur: Televizyon, bir hayal dünyasıdır. Bu hayal dünyasının çocuklara inandırıcı gelmesi için gerçeğe en uygun araçlar/enstrümanlar kullanılmaktadır. Özellikle çocuklarımıza televizyon izletirken bunun farkında olmak ve televizyonlarda sunulan düşsel dünyanın yaşatacağı tahribata karşı dikkatli davranmak gerekir.

Şiddet, çocuklarımıza TV’ler tarafından empoze edilen en önemli duygulardan biridir. Özellikle çocuklara yönelik hazırlanan çizgi filmlerde, güç gösterisi, üstünlük kurmak, aranılan kişi olmak gibi sakıncalı davranışlara karşı tedbirler almak gerekir. Eğer çocuklara televizyon izletilecekse, programların içeriklerine dikkat edilmelidir. Ve sakıncalı içeriklere sahip programlar asla izletilmemelidir.

Televizyon kanallarının izlenirliklerini yükseltmek için en fazla itibar ettiği program türlerinden biri de ‘magazin programlarıdır’. Başkalarının özel hayatı ve yaşam tercihleri insanlar için zaten bir merak konusudur. İletişim araçlarının çok yaygın olmadığı zamanlarda da insanlar başkalarının özel hayatları konusunda konuşurlardı. Bu davranış kötü karşılanan ‘çekiştirme’ veya dedikodu şeklinde dışa vurulurdu. İşte magazin programlarının yarattığı en önemli tahribat, merak duygusunu harekete geçirerek, bu kötü alışkanlıkları meşrulaştırmaktadır. Tanınmış kişilerin, siyasetçilerin, futbolcuların, mankenlerin, sanatçıların özel hayat tercihleri insanlara sunularak ulaşılamayacak olana ulaşma konusunda insanlar kışkırtılmaktadır. Magazin programlarının neden olduğu bir diğer durum da, kadın programları aracılığıyla toplumda konuşulmaması gerekenleri, mahremiyetleri sıradanlaştırmasıdır.

Ebeveynler TV İzlerken ve çocuklarına izletirken nelere dikkat etmelidirler?

  • Evde birden fazla televizyon bulunmamalıdır. Özellikle çocukların yatak odalarına televizyon konulmamalıdır. Televizyon, evin ortak kullanım alanında bulunmalıdır.  ( Evde bir tane televizyon olması, izlenecek programların herkese hitap etmesi anlamına gelir, bu da kontrolü kolaylaştırır.)
  • Ebeveynler, öncelikle kendileri bilinçli bir izleyici olmalıdır. Anne ve babalar, dizilere fazla takılmamalı, reklam arasında diğer diziyi de takip etmemeli, ya da gece saat 2-3’lere kadar maç yorumlarını dinlememelidir. ‘Babası maçkolik olan bir çocuğun kendisinin de öyle olması kaçınılmaz olabilir. Veya dizi manyağı olan bir annenin kızının da aynı olması doğal olarak değerlendirilebilir.
  • Anne babalar çocuklarla beraber bir program izlerken, programda varsa eğer yanlış davranışlar, bunları eleştirerek, çocuklarını doğal yollardan uyarması gerekir.
  • Televizyon, uzun süre izlenmemelidir. Ki televizyonun, ruhsal ve fiziksel sağlığımızı olumsuz etkilediğini unutmamalıyız. Ayrıca televizyon bağımlılığı, zaman ve enerji israfına da neden olmaktadır.
  • Televizyon, ailece izlenmeli, biri bir işle uğraşırken ( kitap okurken, ödev yaparken, plan hazırlarken vvs…) diğeri televizyonu açmamalı, ve evde televizyon izlemeyi belli bir disiplin altında tutmak gereklidir.
  • Çocuklarımızın ders çalışma programı TV’ye göre ayarlanmamalı, TV izleme saati çalışma programına göre ayarlanmalıdır. Çocuklar için önemli olanın, televizyondaki diziler değil, okuldaki dersleri olduğu unutulmamalıdır.
  • Çocukların gece geç saatlere kadar televizyon izlemesine müsaade etmemeliyiz ki, eğer aksi durum olursa sabah kalkılamayacak veya kalkılsa bile, uykuya okulda veya kursta/dershanede devam edecektir.

Mahmut Tatar

MAHMUT TATAR

Çocuklar ders çalışırken neden çabuk sıkılırlar? Programlı bir çalışma yapmanın ilk şartı nedir? Çocuklarımız neden hiçbir dersi tam çalışmazlar yada her dersten biraz çalışıp, hiçbir sonuç elde edemezler?

Bu sorular artırılabilir. İşte bu soruların yanıtı ‘sabır’ ve çocuklarımıza ‘sabır eğitimi’ verip vermediğimizle ilgilidir.

Sabır, sözlüklerde ‘sıkıntılara katlanma, hemen elde edilemeyen bir şey hakkında fevri tepki vermemek, başarısızlık durumlarında yılgınlığa düşmemek ve ısrarcı olmak’ olarak tanımlanır.

Sabırsızlığın en önemli belirtileri ‘tahammülsüzlük, çabuk sinirlenmek, her şeye cevap vermek, dinlemeden-anlamadan konuşmak, çabuk vazgeçmek şeklinde ortaya çıkar. Eğer çocuklarımızda bu belirtiler varsa o zaman çocuklarımızda sabır bilincinin eksik olduğunu söyleyebiliriz.

Ebeveynler şayet ‘tez canlı, panik atak’ olur ve çabuk sinirlenirse, çocuklar her davranışta olduğu gibi bunu da aynen taklit yoluyla alırlar. Yani sabır ya da sabırsızlık aslında bilinenin tersine doğuştan gelen bir özellik değil, sonradan öğrenilen bir davranış biçimidir. Bu durumda sakin ruhlu bir çocuk anne ve babasından öğrendiği şekilde sabırsız olabileceği gibi, tez canlı bir çocukta tahammül yoluyla sabırlı bir kişilik oluşturabilir. Bu arada hiperaktiflikle sabırsızlığın aynı şey olmadığını belirtmekte fayda var. Hiperaktif çocukların durumu çok daha farklıdır ve mutlaka tıbbi müdahale gerektirebilir.

Çocuklarımızın sabırlı olmasının ilk yolu anne ve babanın, bu davranışı sergilemesi gerekir. Çocuklar genellikle ebeveynlerin sabrını sınayarak, onlara neyi kabul ettirebileceklerinin ya da neyi kabul ettiremeyeceklerinin limitini belirlerler. Daha sonra çizdikleri bu sınırlar çerçevesinde onlara karşı davranışlar geliştirirler. Burada dikkat edilmesi gereken konu çocukların ebeveyn davranışına paralel hareket etmesidir. Yani anne baba sabırsızlıkla iş görüyorsa, çocuk da yaptırmak istediği şeyi sabırsızlık yoluyla yaptırır. Bu durumda çocuklar bazı hassas konularda, çekingen bir tavırla değil, pervasızca hareket edebilirler.

Çocuklar genellikle anne-babanın istediği şekilde hareket etmezler. Yemeklerini istenilen şekilde yemezler, dişlerini fırçalamaktan hoşlanmazlar, zamanında uyumazlar vs… Bu gibi durumlarda ebeveynler sinirlerine hakim olamayıp, seslerini yükseltirlerse ya da çocuklarını tehdit ederlerse, bu, onları o anda harekete geçirir. Fakat bu davranışların tekrarından alıkoymaz. Anne ve babanın bu durumda sakin olması, davranış modelini, bıkmadan usanmadan tekrar tekrar anlatması, çocuğu mutlaka ikna edecektir.

Ebeveynler nasıl sabırlı davranmalı ve bu durumu çocuklarda alışkanlığa nasıl dönüştürmelidir?

Anne ve babalar gündelik hayatta, olumlu ya da olumsuz olay ve davranışlar karşısında aşırı ve sert tepkiler vermemelidir. En azından bu durumların çocukların yanında yaşanmamasına özen gösterilmelidir. Anne-baba iletişiminde kavgacı, iğneleyici, alaycı ya da tutarsız bir üslup varsa bu olumsuzlukların çocuğa sirayet etmesi kaçınılmazdır. Bu tür durumlarda öfke kontrolü çok önemlidir.

Küçük yaşlardaki çocuklar temel olarak ben merkezci olarak hareket ederler. Bu durumun bir sonucu olarak ilgilerini çeken her şeyin gerçekleştirilmesini isterler. Böyle durumlarda çocukların her isteğini yerine getiren aileler sabırsız bir birey yetiştirme konusunda ilk adımı atmış olurlar. Aslında olumsuz gibi görünen bu durum dikkatli ve dengeli bir şekilde kullanıldığında sabır eğitimine dönüştürülebilir. Çocuğun istediği bir şey konusunda edinilmesi gereken şeyin bir ‘bedeli ve zamanının olduğu’ çocuğa öğretilmelidir. Çocuk bu durumda sabredip istediği şeyi elde etmeyi öğrenecektir.

Büyüklerle ilişkiler, sofra adabı ve gündelik ilişkilerin yönü de çocuklara sabrı öğretme konusunda faydalı sonuçlar verir. Örneğin; büyükler konuşmadan çocuğun konuşmaması, soru sorulmadan izahat yapılmaması, yemeğe aile büyükleri başlamadan çocuğun başlamaması, yine aile büyüğü sofradan kalkmadan çocuğun kalkmaması, büyükler konuşurken laf arasına girmemesi gibi davranışlar öğretilebilir.

Burada şunu özellikle belirtmek gerekir ki, anne ve babanın, aşırı baskın karakter haline gelmesi sonucu, çocuğun alternatif kişilikler edinmesi ya da pasifleşip içine kapanık bir birey olma durumu söz konusudur. Bu ilişki biçimleri belirlenirken çocuğun özgüven kaybı yaşamamasına dikkat edilmelidir.

Çocuğun yetişmesi, eğitimi konusunda ebeveynler mükemmeliyetçi olmamalıdır. Çocuklardan her alanda başarılı olmaları bir beklenti olarak çocuğa yansıtılırsa, bu durum çocukta istikrarsızlık ve sabırsızlık yaratabilir. Çocuğun özellikle okul hayatında, ders çalışma sürecinde gösterdiği gayret anne-babalar tarafından dikkate alınmalıdır. Unutulmamalıdır ki bütün çabalar olumlu sonuçlanmayabilir. Bu tür durumlarda çocuğun anne ve babasının beklentilerini karşıladığını ve onları hayal kırıklığına uğratmadığını hissetmesi gerekir. Sadece bu durumda başarısızlığının nedenlerini sağlıklı bir şekilde düşünüp analiz edebilir. Eğer başarısızlık durumunda çocuk yeni yol haritasını belirleyip, bu yeni durumu ailesine açabiliyorsa sabrı öğrenmiş demektir ve aile doğru davranmıştır. Doğaldır ki bundan sonraki süreç daha rahat aşılabilecektir. Başarısızlık durumu çocuğunuzu tedirgin ediyorsa o zaman beklentiler yüksektir ve sabırsızlık olgusu kaçınılmazdır.

Çocuklarımıza, kitap alma, kütüphane kurma ve kitap okuma alışkanlığı kazandırmak çok önemlidir. Özellikle onların kitap okuması tam bir sabır işidir. Bu eylem küçük yaşlarda alışkanlık haline getirilmelidir. Şayet çocuğunuz kitap okumaktan sıkılıyorsa, ona bu alışkanlığı kazandırmak için ortak okuma saatleri oluşturulmalıdır. Bu saatte televizyon, bilgisayar gibi dikkat dağıtıcı araçlar kapatılarak ailenin bütün fertleri kendi seviye ve ilgi alanlarına göre bir şeyler okumalıdır. Bu davranış tekrar edilip zamana riayet edildikçe çocuğunuz hem kültürünü artıracak ve hem de sabrı öğrenecektir.

Ebeveynler, ilk işlerinin ‘iş, ilişkiler, sosyal çevre vs…’ değil, ‘anne-baba olmak’ olduklarını unutmamalıdır. Çocukların sorunları, gündelik yaşamın hengâmesi arasında ikinci plana itilmemeli ve öncelik her zaman onlarda olmalıdır. Çocuklarımızdaki ders çalışma isteksizliği, bir programa sadık kalmamalarının temel nedeni; onların sabır eğitiminden yoksun olmalarından kaynaklanır. Yeterli ve dengeli bir sabır eğitimi onların ve sizin işlerinizi kolaylaştıracak ve angaryalardan kurtaracaktır.

Mahmut Tatar

MAHMUT TATAR

Ergenlik, çocukluk ile gençlik arasındaki “yetişkinliğe geçiş evresi” olarak tanımlanır. Bu dönemde çocuklarda duygusal oluşumlar başta olmak üzere zihinsel ve fiziksel değişimler de ortaya çıkar. Ergenlik dönemi, genel olarak kimlik ve kişilik kavramlarının tamamlanmasındaki en önemli süreçtir. Bundan dolayı anne babaların özellikle bu dönemle ilgili bilgi sahibi olmaları gerekir. Ayrıca ciddi ve dengeli bir iletişim halinde olup, hiçbir zaman onlardan bıkmamalıdırlar.

Ergenlik dönemi geriye adımın atılmadığı dönemlerinden biridir. Yani anne-baba olarak, ergenlik sürecinde yapacağımız bir yanlışı düzeltemeyebilir ve ‘yanlış’ üzerine yanlışlar yapıp çocuklarımızı kaybedebiliriz.

Ergenlik yaşı

Ergenliğin yaş sınırıyla ilgili kesin bir hüküm vermek doğru olmaz. Ancak genel olarak 12-24 yaş arasında bu dönemle ilgili belirtiler görülür. Yani bu dönem bireyden bireye farklılıkların olduğu bir dönem olduğu için bu yaş aralığı geniş tutulur. Bazıları 11–12 yaşında ergenliğe girip 15 yaşında tamamlayabilir, bazıları da 22 yaşında tamamlayabilir.

Bireysel farklılıklarla beraber, yaşanılan coğrafya, iklim koşulları gibi unsurlar da ergenlik dönemi sürecini etkileyebilmektedir. Örneğin sıcak bölgelerde ergenliğe daha erken yaşlarda (7-8 yaş) girilebilir. Ayrıca sağlık ve bedensel anlamda koşulların iyi olması da ergenlik sürecini hızlandırıp daha erken tamamlanmasına sebep olabilmektedir.

Ergenlik dönemi bedensel değişimler

Ergenlik döneminde çocuklarda bir takım bedensel değişimler meydana gelir. Genel anlamda boy uzaması, sesin kalınlaşması, cinsel organlarda büyüme, yüzde sivilceler, kilo artışı gibi değişimler gözlenebilir. Aslında buradaki önemli nokta bedensel değişim hızıyla zihinsel ve duygusal değişim hızının aynı oranda olmamasıdır. Bedensel değişimler, zihinsel ve duygusal değişime oranla daha hızlıdır. Bu değişim oranının aynı olmaması da çocuklarda bir çatışma duygusu oluşturur ve her şey işte bu çatışmayla başlar.

Ergenlik dönemi zihinsel gelişim

Bu dönem bedensel değişimler kadar hızlı değildir. Özellikle soyut düşünebilme yeteneğinin arttığı, çeşitli sorunlar karşısında farklı alternatiflerin üretilebildiği, tartışma ve fikir belirtme yeteneğinin arttığı, benmerkezci düşüncenin arttığı bir dönemdir.

Bu dönemde zekâ gelişimi de artar. Fakat bu da bedensel gelişim kadar hızlı değildir. Zekâ ortalama 15 yaşına kadar hızlı gelişmekte, fakat 15 yaşından sonra bu gelişim yavaşlamaya başlamaktadır.

Ergenlik dönemi duygusal değişimler         

Duygusal gelişim evresi, belki de ergenliğin en önemli evresidir. Çünkü bu dönemde bireyler hayata kendi pencerelerinden bakmayı öğrenir ve her şeyi kendi duyguları üzerine kurmaya çalışırlar. Anne- babaların en çok zorlandığı ve sıkıntı çektikleri süreçtir. Bu evrede ergenler, çeşitli hayaller kurar, hep kendi hayalleri etrafında yaşamak isterler. Bu hayaller ve planlar her gün değişip farklılık gösterebilir. Bir durum karşısında mutlu, neşeli, güler yüzlü iken, aynı durum karşısında diğer gün üzüntülü, mutsuz, somurtkan olabilir.

Bu dönemde ergenler karşı cinlerine karşı sevgi ve aşk duyguları besleyebilir fakat bir süre sonra ondan da bıkabilir.

Kaygı artışı gözlenir. Özellikle de gelecekle ilgili kaygılar, bedensel görünüşle ilgili kaygılar, sosyal kaygılar (toplum içinde konuşmaya çalışırken zorlanma, utanma, kızarma, mahcup olmaktan korkma…).

Ergen ailesine düşen görevler

Ergenlik dönemini hasarsız bir şekilde atlatmakta ailenin çok önemli bir payı vardır. Çünkü bu dönemde ergen bireyler aslında kendilerine yardım edecek kişiler ararlar. Beklide bunu ailelerinden beklediğini söyleyemezler, söylemezler. Aileler bu durumun farkında olup, bilinçli bir şekilde çocuklarına yardım etmelidirler. Onları kaybetmemek, ahlaklı ve dürüst bireyler yetiştirmek bizim elimizdedir. Eğer bir anne baba olarak ergenlik döneminde çocuklarımıza yardımcı olmazsak, onları kaybeder ve daha sonraki dönemlerde ciddi zorluklar çekeriz.

Neler yapmalıyız?

  • Onları anlamaya çalışmalı ve onlara değer vermeliyiz
  • Aile içinde konuştuğumuz konular ve aldığımız kararları onlardan gizlememeli, onlarla fikir alışverişi yapmalıyız.
  • Onlar konuştuğu zaman dinlemeli ve varılacak sonuçlarda ortak paydayı yakalayabilmeliyiz.
  • Anlatmak istediğimiz şeylerde sürekli nasihat vermek yerine, aynı şeyi, akılcı, pratik ve somut çözümler sunarak kavratmaya çalışmalıyız.
  • Ergenin çevresini tanımalı, arkadaşlarının kim olduğunu öğrenmeli, onlarla tanışmalarıyız. Eğer kötü arkadaşları varsa uygun dille bu arkadaşlarıyla vakit geçirmemesini anlatmalıyız.
  • Bu süreçte sabırlı olmalı ve bu konuda zamanın en iyi ilaç olduğunu unutmamalıyız.
  • Onlara değerli olduklarını her fırsatta hissettirmeliyiz.
  • Bizimle konuşmak istemediği zaman ona biraz müsaade edip, daha sonra tekrar denemeliyiz. Ama hiçbir zaman bıktırmamalıyız, iletişimde dengeli olmalıyız.
  • Zorlayıcı, baskıcı olmamalı, ikna etmeye çalışmalıyız.
  • Kontrollü olmayı öğrenip, sorumluluktan kaçınmamalıyız.
  • Her ne olursa olsun, onların bizim çocuklarımız olduğunu unutmamalıyız.

 Mahmut Tatar

MAHMUT TATAR

Aile, toplumun temel yapı taşlarından biri olup, toplumsal gelişmelere katkıda bulunan, sevgiyi, saygıyı, beraberliği, kardeşliği, dostluğu, arkadaşlığı içinde barındıran önemli bir kurumdur. Çocuklar ilk eğitimlerini ailede alıp toplumsal alana inmekte ve ailesinden örnek aldığı davranışları bu sahada sergilemektedirler.

Ailede demokratik ortamların oluşmasının en önemli yöntemlerinden biri de aile toplantılarıdır. Aile toplantıları, aile üyelerinin karar verme işleminde eşit haklara sahip olması, aile içinde demokratik ilişkilerin gelişmesini sağlar. Ki çocuklarımızın bazen “Babam /annem beni hiç dinlemiyor, bana söz hakkı bile vermiyor” dediğini öğretmenlerinden duyarız.

Aile toplantılarında: işitmek, işitilmek, aile bireyleri hakkında olumlu veya olumsuz değerlendirmeler yapmak, aylık yapılması gereken işleri planlamak, şikâyetleri dinlemek, çatışmaları -özellikle çocuklar arasındaki- çözümlemek, ailece yapılacak eğlencelerin takvimini belirlemek ( piknik, sinema, tiyatro…) gibi amaçlar güdülmelidir.

Aile toplantıları ne zaman ve hangi sıklıkta yapılmalıdır?

 Aile toplantılarına ne zaman başlanacağı ile ilgili; illaki şu gün ve saatte başlarız veya bir ara yaparız  demek, ötelemek doğru olmaz. Ama şu ana kadar böyle bir toplantı yapmadıysanız yarından tezi yok hemen başlamanız aileniz açısından olumlu bir gelişme olacaktır. Bu toplantıların daimi olması konunun ciddiye alınması açısından önemlidir. Toplantının tarihini belirleyip, ( örneğin her ayın son cumartesi günü ) bu tarihte bütün aile fertlerinin katılımı sağlanmalı ve bu hususta taviz verilmemelidir.

Toplantıya bir başkan seçin

 Eğer daha önce aile içinde hiç toplantı yapmadıysanız, yapacağınız bu ilk toplantıya ailenin en büyüğünü başkan seçmeniz iyi olacaktır. Daha sonraki toplantılarda dönüşümlü olarak başkan seçilebilir. Bazen çocuklarınızı da başkan olarak tayin edebilirsiniz. Bu tutum onlara güven vermekle birlikte çocuklarınıza değer verdiğinizin bizzat kendileri tarafından algılanmasını sağlayacaktır.

Toplantı tutanaklarını yazın

  Toplantıda alınan kararlar bir yere yazılmalıdır. Bu, hem konuşulan şeylerin unutulmamasını hem de bir sonraki toplantıda alınan kararların tekrar gözden geçirilmesini sağlayacaktır. Toplantıda alınan kararların hep aynı ajandaya yazılması, bir sonraki toplantı tutanaklarının değerlendirilmesi açısından önemlidir.

 Herkesin görüşünü alın

             Toplantılarda herkesin görüşü alınmalıdır. Eğer herkesin görüşü alınmazsa demokratik bir ortam olmaz. Hep aynı kişinin konuşmasına müsaade etmeyin. Herkesin her konudaki görüşünü alın.

Anlaşmalara sadık kalın

 Aslında en önemlisi toplantıda alınan kararlara uymaktır.  Çünkü alınan kararlara uyulmazsa toplantının güvenilirliği kaybedilmiş olur. Eğer aile fertlerinden herhangi birine bir görev verilmişse o kişi görevini yerine getirmelidir. Bunun takibi de yetişkin bireylere düşer.

Toplantıların güvenilir olmasını sağlayın

Toplantının güvenilir olması toplantı kararlarının uygulanması ile ilgilidir. Toplantıda alınan kararlarla ilgili bir şikâyet hafta içinde değiştirilmemelidir, kararlar sadece aile toplantısında değiştirilebilir. Böylelikle toplantının güvenilirliği arttırılmış olur.

Her üyenin sorunlarına yer verin

Aile toplantılarının demokratik bir şekilde işleyebilmesi için herkesin sorunları üzerinde durulmalıdır. Anne babaya göre sorun olmayan, çocuğa göre sorun olabilmektedir. Bunun için hiçbir ayrım gözetmeksizin herkesin sorunlarına yer verilmelidir.

 Eğlenceye de zaman ayırın

Aile toplantıları sadece sorunların, şikâyetlerin görüşüldüğü yer değildir. Aile toplantılarında eğlencelerde planlanmalıdır. Böyle bir uygulama aile toplantılarına ilgiyi, sevgiyi arttırır.

Mahmut Tatar

MAHMUT TATAR

Toplumun hiçbir ferdi tek başına bütün ihtiyaçlarını gideremez. Bu ihtiyaçlar maddi/somut ihtiyaçlar olabileceği gibi manevi/soyut ihtiyaçlar da olabilir. Bireyler toplumsal yaşama dahil oldukları için mutlaka etkileme ve etkilenme yoluna gideceklerdir.

Bireylerin etkilenmeleri hangi çağlarda başlar?

Bu konuda yapılan araştırmalar bize üç temel veri sunmaktadır.

1-      İnsanlar doğumdan bir yaşına kadar ( 0-1 yaş ) güven kazanma dönemindedirler. Güven kazanma dönemindeki en temel öğe annedir. Çocuk annenin kendisini sevdiğinden emin olursa dış dünyaya güvenebileceğine hükmeder. Aksi durumda güvensizlik oluşur.

2-      1-3 yaş dönemi bağımlılıktan özgürlüğe geçiş sürecidir. Bu dönemde çocuk başkasına bağımlılığını bırakıp yapabilme potansiyelini keşfetme ve bu konuda çevresini test etme dönemidir.

3-      3 yaşından sonraki dönemde yapılan keşif ve bağımlılıktan kopuş sürecinin sonuçlarına göre davranışları alışkanlıklara dönüştürme evresidir.

Bu durumlar kıyaslandığında insan ömrünün en önemli evresi ikinci durumdur. Bağımlılıktan kurtulduktan sonra belirlenecek olan hareket tarzı genel olarak model alma ile sağlanacaktır. Bu durumda çocukların kendilerine seçecekleri modeller, en yakınları, yani anne, baba ve kardeşler olacaktır. Aile ilişkileri çocuklar için adeta bir sahne ortamıdır. Yakın çevrenin birbirleriyle ve eşya ile ilişkileri çocuk tarafından aynen kopyalanarak alınacaktır.

Üçüncü durum ve sonrası için insanların model alma durumları seyrekleşir ama tamamen sona ermez. Eğer çocuğun 1-3 yaş arası seçtiği modeller, örnek aldığı davranış kalıpları olumlu ise bundan sonraki model almalar da genellikle olumlu olacaktır. Pek tabidir ki aksi durumda süreç tersinden, yani olumsuz gelişecektir. Fakat bilinmelidir ki ilköğretim çağından itibaren çocukların örnek aldıkları rol modelleri anne, baba ve kardeşlerle sınırlı kalmayacaktır. Bundan sonraki süreçte rol modelleri yelpazesi genişleyecektir. Artık birinci dereceden aile fertlerine, arkadaşlar, film yıldızları, futbolcular ve etkin karakterler de eklenecektir.

Gençlik çağı, psikolojik/ruhsal, bedensel/fizyolojik, zihinsel ve toplumsal/sosyolojik sorunların yaşandığı karmaşık bir dönemdir. Bu karmaşık döneme ‘var olma’ nedenlerinin sorgulandığı ontolojik bazı unsurlar da eklenince karmaşaya dönüşecektir. Kişi bir yandan bu sorunları çözmeye çalışırken, bir yandan da var olma, kendi olma, özgür olma eylemlerini belirgin kılmaya çalışır. Değişim ve dönüşüm yönetilmesi zor durumlardır.  Bir Çin bedduası der ki ‘ Umarım değişim zamanlarında yaşarsın’. Karmaşa ortamının aşılması kişinin dışarıdan desteğe en fazla ihtiyaç duyduğu dönemdir. Bu dönemin mutlaka ebeveynlerin kontrolü ve gözetimi altında yapılması gerekir.

Çocukların kötü modellerden korunması gerekir. Fakat bu yapılırken onun belirlediği rol modelinin kötü olduğunu kabul etmesine zorlanmamalıdır. Zorlama ve yasaklama daha fazla ilgi uyandıracaktır. Bu durumda ‘ikna etmek’ ve ikna olmasını sağlayacak şartları oluşturmak gereklidir. Ebeveynlerin müdahaleleri açık ve belirgin olmamalıdır. Çocuk, karşılaştığı problemi kendi zekâ ve usulleriyle aştığını hissetmelidir.

Çocuğa iyi bir model oluşturmak için şu hususlara dikkat edilmelidir.

  • Ebeveynlerin birbirleriyle, eşyayla, çevreyle ve çocukla ilişki biçimi olumlu olmalıdır. Olumsuz davranışlardan kaçınmalı ve samimi olunmalıdır.
  • Konuşmaların içeriğine ve şekline dikkat edilmelidir. Seçilen kelimeler net ve anlaşılır olmalıdır.
  • Ebeveynlerin iyi birer dinleyici olması ve çocuğunun sorununu çok iyi anladıktan sonra, düşüncelerini ifade ederek son kararı yine çocuğa bırakması gerekir.
  • Çocuğun yaptığı hatalar görmezlikten gelinmemeli ancak affedici özelliğin daha fazla kullanılması gerekmektedir.
  • Başkalarıyla kıyas yapılarak, çocuğun kin ve nefret duyguları uyandırılmamalıdır.
  • Yapılması ve başarılması gereken işlerde ödül ve ceza yöntemi uygulanmalıdır. Fakat ödüle daha fazla ağırlık verilmeli ve kararlaştırılan ödül veya ceza mutlaka zamanında uygulanmalıdır.
  • Çocuğun kavranması gereken bir şey anlatılırken işin şekli ve seviyesi, çocuğun seviyesine göre ayarlanmalıdır.
  • Her hangi bir şey ifade edilirken olumsuz çağrışımlardan kaçınılmalıdır. Örneğin, çocuğun yapmaması gereken bir şeyden sakındırılmak isteniyorsa bu durumdan kaçınıldığı takdirde ortaya çıkacak olumlu sonuçlara öncelik verilmelidir. Kanepeye çıkan bir çocuk uyarılırken ‘evladım düşersin şeklinde bir hitap yerine, evladım düşmeyesin’ şeklinde hitap edilmelidir.
  • Çocukla konuşurken kendi seviyemizde durmamalı ve eğilip, onun seviyesine inilmelidir. Ya da çocuğu kaldırıp kendi seviyesine çıkarılmalıdır.